Uluslararası kategoride proje bulunamadı!
Mesane kanseri tanısı alan hastalarda Raftlin polimorfizmi (rs690037) ve Raftlin düzeylerinin araştırılması
Mesane kanseri tanısı alan hastalarda Raftlin polimorfizmi (rs690037) ve Raftlin düzeylerinin araştırılması
10.06.2024 – 29.11.2025 ŞENAY BALCI FİDANCI, LÜLÜFER TAMER, Rojda Tanrıverdi, Cemil Gülüm, MURAT BOZLU, DİDEM DERİCİ YILDIRIM
Osteoporoz Tanısında Dolaşımdaki miRNA’ların Rolü
Osteoporozda kemik metabolizmasında etkili olduğu düşünülen miRNA’ların (miR-143-3p, miR-122-5p, miR-125b-5p, miR-210, miR-21-5p, miR-34a-5p, miR-155-5p, miR-223, miR-133a, miR-146a) rolünü belirlemek
22.11.2019 – 01.01.2025 DİDEM DERİCİ YILDIRIM, ŞENAY BALCI FİDANCI, MEHMET BURAK YAVUZ ÇİMEN, LÜLÜFER TAMER, Duygu CAN, ALİ BİÇER, ÜNZÜLE HANBABA
Spondiloartritli hastalarda miRNA’ların hastalık aktivitesi ve inflamasyon belirteçleri ile ilişkisi
Spondiloartritli hastalarda miRNA’ların hastalık aktivitesi ve inflamasyon belirteçleri ile ilişkisini belirlemek
22.11.2019 – 11.03.2024 ŞENAY BALCI FİDANCI, LÜLÜFER TAMER, NURDAN ORUÇOĞLU
Koroner Arter Hastalarında Grelin Leu72Met Polimorfizminin Araştırılması
Koroner arter hastalığı kalp kaslarına giden kan akışının azalması nedeniyle oluşan miyokard iskemisi ile sonuçlanan bir hastalıktır. İskemi, genellikle ateroskleroz, tromboz, spazm ya da emboli gibi nedenlerle kan kaynağının kalbin bir bölümüne az ulaşması ya da anemi, karboksihemoglobinemi ya da hipotansiyon gibi nedenlerle kan akımının azalmasıyla gelişen ve doku hasarıyla sonuçlanan patolojik bir durumdur. Koroner arter hastalığının gelişiminde sigara kullanımı, hipertansiyon, diabet, kötü beslenme ve fiziksel olarak inaktif bir yaşam gibi değiştirilebilen ve yaş, cinsiyet ve genetik yatkınlık gibi değiştirilemeyen geleneksel risk faktörleri vardır. Aterosklerozun erken evresinde, LDL’nin oksidatif modifikasyonuna karşı oluşan kronik enflamatuvar yanıt ve bunun sonucu makrofajlar ve T-lenfositler gibi enflamatuvar hücreler subendotelyal bölgede birikir. Bu hücreler aterogenezis ve ateroskleroz gelişimine katılmaktadır.Yapılan çalışmalarda, grelinin proinflamatuvar yanıtın inhibisyonu, redoks ilişkili hücresel sinyali bloke ederek ve endotel disfonksiyonunu engelleyerek ateroskleroz gelişimine karşı koruyucu olduğu saptanmıştır. Grelin geni kromozomun 3p26-25 bölgesinde yer alır ve 4 ekzon ve 3 introndan oluşur. 2. ekzonda 408. nükleotidde Sitozin yerine Adenin (C408A) yer almasıyla tek nokta mutasyonu oluşmaktadır. Bu nükleotid değişikliği olgun proteinde Lösin 72 Metiyonin (Leu72Met) oluşmasına ve grelinin salgılanmasında eksikliğine neden olmaktadır. Aterosklerozun ve ortaya çıkaracağı patolojilerin önlenmesinde bu hastalığa genetik eğilim taşıyan bireylerin önceden belirlenmesi ve varsa ek risk faktörlerinin etkili şekilde sağaltımı yararlı olabilir. Bu amaçla bu çalışmada Grelin Leu72Met poliformizminin koroner arter hastalığındaki rolü incelenecektir. Çalışma grubu, en az bir epikardiyal koroner arterinde ≥ %70 darlık tespit edilen 96 hasta, ve koroner arterlerinde lezyon tespit edilmeyen 96 bireyden oluşacaktır. Hasta ve kontrol gruplarından alınan kan örneklerinden, Grelin Leu72Met poliformizmi ve grelin düzeyi çalışılacaktır.Grelin Leu72Met poliformizmi, kan örnekleri alınıp DNA’ları izole edildikten sonra (Sample preperation kit, Roche Diagnostics, Manheim GmbH, Germany) Real Time ile PZR kullanılarak, Serum grelin düzeyi ELİSA ile çalışılacaktır. Grelin Leu72Met poliformizmi ve Koroner Arter Hastalığı ilişkisini açıklığa kavuşturacak yeni belirleyici parametrelerin bulunması koroner arter hastalığının tanı ve tedavisinde yeni yaklaşımlar oluşmasını sağlayabilir.
03.07.2017 – 05.09.2023 HATİCE YILDIRIM YAROĞLU, LÜLÜFER TAMER, BUĞRA ÖZKAN, SEMA ERDEN, DİLEK ÇİÇEK YILMAZ, ŞENAY BALCI FİDANCI, NİLAY GÜNAŞTI
Koroner Arter Hastalarında Grelin Leu72Met Polimorfizminin Araştırılması
03.07.2017 – 01.09.2023 HATİCE YILDIRIM YAROĞLU, ŞENAY BALCI FİDANCI, LÜLÜFER TAMER
Larenks Kanserinde Acı Tat Reseptör Polimorfizminin Rolü
Acı tadın, insanları toksik bileşiklerin tüketiminden korumak için geliştiği düşünülmektedir. Genetik olarak, acı bileşikleri tatma kabiliyetini tanımlamada kullanılan 6-n-propiltiyorasil (PROP) tadı hassasiyetinde, fenotipik varyasyonun ana genetik belirleyiciler TAS2R38 geninin allelleridir. TAS2R38 mutasyonları ve acı tat yanıtlarının, alkolizm, obezite, tiroid fonksiyonu ve kanser türleri dahil olmak üzere birçok hastalık ile bağlantılı olduğu bulunmuştur. Bu nedenle, bu çalışmada, baş ve boyun kanserlerinin risk faktörleriyle de ilişkili olduğu düşünülen acı tat reseptör genlerin veya bu genlerdeki polimorfizmlerin larenks kanserindeki rolünü belirlemesi amaçlandı. Çalışmaya larenks kanseri tanısı alan 44 hasta ve 38 kontrol grubu olmak üzere 82 birey dahil edildi. Tam kan örneklerinden DNA izolasyonu yapıldı ve elde edilen DNA örneklerinden, TAS2R38 (rs713598, rs1726866, rs10246939) polimorfizminin analizi RT-PCR cihazında gerçekleştirildi.
22.11.2019 – 05.05.2022 Duygu CAN, LÜLÜFER TAMER, ŞENAY BALCI FİDANCI, CENGİZ ÖZCAN, DİDEM DERİCİ YILDIRIM
Farklı Acı ve Tatlı Gen Reseptör Polimorfizmlerinin ve Acı ve Tatlı Gıda Tüketiminin Diş Çürüğü Oluşumuna Etkisi
03.07.2017 – 24.02.2022 MELİS YILMAZ, ŞENAY BALCI FİDANCI, LÜLÜFER TAMER
Psödoeksfolyasyon Sendromunda eNOS G894T Polimorfizminin Olası Rolünün Araştırılması
Psödoeksfolyasyon Sendromunda eNOS G894T Polimorfizminin Olası Rolünün Araştırılması
13.11.2019 – 01.12.2021 ŞENAY BALCI FİDANCI, LÜLÜFER TAMER, AYÇA YILMAZ, ÖZER DURSUN
Farklı Acı ve Tatlı Gen Reseptör Polimorfizmlerinin ve Acı ve Tatlı Gıda Tüketiminin Diş Çürüğü Oluşumuna Etkisi
Giriş: Diş çürüğü oluşumunda beslenme alışkanlıklarını da içeren çevresel ve genetik faktörler etkilidir. Tatlı hissi gıda alımında çok güçlü bir etkendir. Şekere verilen periferal tat cevabı Taste 1 Receptor Member 2 (TAS1R2) ve Taste 1 Receptor Member 3 (TAS1R3) tat reseptörleri ile yönetilmektedir ve bu genlerin çürük ile ilişkisi bazı araştırmalar ile kanıtlanmıştır. Amaç: Bu çalışmanın amacı farklı acı ve tatlı gen reseptör polimorfizmleri ile acı ve tatlı gıda tüketiminin diş çürüğü oluşumuna etkisinin araştırılmasıdır. Yöntem: Bu çalışmaya Mersin Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesine rutin ağız-diş sağlığı tedavisi için başvuran 200 erişkin dahil edilecektir. Rutin muayeneye gelen hastaların DMFT indekslerine bakılacak acı veya tatlı gıda tüketimlerini değerlendirmek için mini bir anket doldurulması sağlanacaktır. Hastalardan alınan kan örneklerinden Taste 2 Receptor Member 38 (TAS2R38) (rs10246939, rs713598, rs1726866), TAS1R2 (rs35874116, rs9701796) TAS1R3 (rs307355) gen polimorfizmleri Real Time PCR ile saptanacaktır.
03.07.2017 – 01.12.2021 MELİS YILMAZ, LÜLÜFER TAMER, ŞENAY BALCI FİDANCI, NAZAN KOÇAK TOPBAŞ
Alzheimer Hastalıgı Gelisiminde Kinürenin Yolagının Nogo A ve Klotho Proteinleri ile NMDA Reseptörü ve Nitrik Oksit üzerine etkisi
Sinir Bilimi
01.03.2019 – 22.06.2021 BELGİN BÜYÜKAKILLI, EBRU BALLI, MEHMET BURAK YAVUZ ÇİMEN, ŞENAY BALCI FİDANCI, ÇAĞATAY HAN TÜRKSEVEN, GÜLSEN BAYRAK
Düşük over rezervli 35 yaş altı infertil kadınlarda follükül sıvısı miRNA düzeylerinin normal over rezervli infertil kadınlarla karşılaştırılması
03.07.2017 – 31.08.2019 ŞENAY BALCI FİDANCI, LÜLÜFER TAMER, SAFİYE TAĞA
Düşük over rezervli 35 yaş altı infertil kadınlarda follükül sıvısı miRNA düzeylerinin normal over rezervli infertil kadınlarla karşılaştırılması
İn vitro fertilizasyonda (IVF) gebeliğin oluşması ve başarılı bir şekilde devamı için oosit kalitesi, embriyo kalitesi ve endometrial reseptivite bir bütünü oluşturmaktadır. Fertilitede yaşla birlikte oosit kalitesi ve kantitesinde düşüş görülür. Folikül sıvısı oosit gelişimini ve embryo kalitesini etkileyen önemli bir mikroçevreyi oluşturur. MicroRNA(miRNA)lar endojen, yaklaşık 18-24 nükleotid uzunluğunda küçük moleküllerdir. Bu miRNA’lar hücre proliferasyonu, farklılaşması, göçü, apoptozis ve oosit maturasyonu gibi biyolojik süreçlerde önemli düzenleyici role sahiptirler. Bazı miRNA’lar overyan folikül gelişimi için steriogenezde etkilidirler. Ovaryan rezer düzeyi rutinde serum AMH düzeyi ve antral folikül sayımı ile belirlenir. Bu çalışmada, , beklenenden düşük over rezervine sahip 35 yaş altı infertil kadınlarda (yaşına göre beklenende daha düşük, AMH düzeyi 2,5 persantilin altı olan) folikül sıvısı miRNA düzeyleri ile normal over rezervine sahip 35 yaş altı infertil grup follükül sıvısı miRNA düzeyleri karşılaştırılması amaçlanmıştır. Bu çalışmanın IVF ‘de başarıyı arttırmaya yönelik yöntemlerin gelişmesine ışık tutacağına inanmaktayız.
03.07.2017 – 03.04.2019 LÜLÜFER TAMER, FAİK GÜRKAN YAZICI, SAFİYE TAĞA, ŞENAY BALCI FİDANCI, DEVRİM TOK
Konjenital Anomali Prenatal Taramalarında Bir Belirteç Olarak miRNA Profilinin Belirlenmesi
Konjenital anomaliler, doğuşta var olan, yapısal, fonksiyonel ve biyokimyasal bozukluklardır. Konjenital malformasyonlar, tek ve primer defekt ile multipl konjenital malformasyonlar olmak üzere kabaca ikiye ayrılabilir. Majör konjenital anomaliler hayatı tehdit eder ya da hayatın devamında hastanın yaşam kalitesini sınırlar. Down Sendromu ve XXY Sendromları hariç, multipl konjenital malformasyon sendromları 3000 canlı doğumda bir izlenir. Minör konjenital malformasyonlar da ya tedavi gerektirmeyen, ya da basit müdahale ile düzeltilebilen, normalde popülasyonun %4’ünden daha azında görülen değişiklikleridir. Konjenital anomaliler, az gelişmiş ve ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde ciddi bir sorun teşkil etmektedir ve nedeni büyük oranda tespit edilememekle birlikte tespit edilebilir nedenlerin içerisinde en sık görüleni genetik sebeplerdir. Antenatal takiplerin erken haftalarda başlaması, konjenital anomalilerin erken tanısına ve ileri tetkik ve gerekli tedavilerin yapılmasına olanak sağlayacağı için perinatal morbidite ve mortalitenin azalmasında etkili olacaktır. Fetüsün anöploidi ve diğer kromozomal anomalilerini saptamak ve fetal hücreleri elde etmek için invaziv girişimler gerekmektedir. Amniyosentez ve koryonik villüs örneklemesi gibi işlemler nedeniyle fetal kayıp (abortus, ölü doğum) fetal ekstremite anomalileri riskleri artmaktadır. Bu nedenle aynı spesivite ve sensitiviteye sahip noninvaziv teknikler de gereklidir. Noninvaziv tarama yöntemlerin amacı, olabildiğince geniş bir topluluğu tarayarak konjenital malformasyon ve genetik hastalıklar için yüksek riskli gebeleri saptayarak, invaziv girişimlerin kullanım oranını en aza indirgemektir. Prenatal taramada, serum biyokimya belirteçleri ile ultrasonografi verilerinin birleştirildiği I. Trimester Tarama Testi, II. Trimester Tarama Testleri ve her iki trimester verilerinin birleştirildiği Entegre Tarama Testleri kullanılmaktadır. Prenatal tanı istemlerinin en sık sebebi, ilerlemiş maternal yaşla ilişkili olan Trizomi 21’dir. Birinci trimester kombine tarama testleri günümüzde tüm gebelere önerilmektedir. Risk hesaplaması, maternal yaş, sonografi ile belirlenmiş ense kalınlığı (Nuchal translucency=NT) ve iki serum markırı olan gebelik ilişkili protein-A (PAPP-A) ve serbest beta HCG (serbest β-HCG) ölçümüne dayalıdır. Bu proteinlerin ikisi de plasentanın maternal sirkülasyonla direkt bağlantılı olan dış katmanından (sinsityotrofoblast ) üretilir. Testlerin ~85-90% tespit oranına karşılık %5-9’luk yanlış pozitiflik oranı olmasına karşın testlerin tanı gücü yoktur. Bununla birlikte, anne kanında fetal nükleik asitlerin varlığının gösterilmesi ile girişimsel olmayan prenatal teşhis alanına ilgi giderek artmıştır. Dolaşımdaki cell-free fetal DNA (ccfDNA) molekülleri, ilerlemiş gebelik yaşı ile orantılı artmış konsantrasyonları ile ilk üç aylık maternal plazmada tespit edilmiş, daha sonra, plasentaya özgü cell free mRNA türleri maternal plazmada tespit edilmiştir. Cell free nükleik asitler, Rhesus D negatif kadında fetal Rhesus D, cinsiyet bağlantılı hastalıklar ve β-talasemi durumunun belirlenmesi gibi noninvaziv prenatal testlerin gelişmesine yol açmıştır. Bu konuda, mikroRNA’lar (miRNA) üzerine yapılan son çalışmalar da umut verici moleküler belirteçlerin başka bir sınıfını temsil ettiğini düşündürmektedir. miRNA'lar, gen ekspresyonunun kilit posttranskripsiyonel düzenleyicileri olarak ortaya çıkan, küçük, 18-22 nükleotid uzunluğunda, protein kodlamayan RNA ailesidir. Son yıllarda
04.01.2016 – 04.01.2018 LÜLÜFER TAMER, FİLİZ EVŞEN ÇAYAN, ŞENAY BALCI FİDANCI
Retina Pigment Epitel Hücrelerinde (ARPE-19) Hidrojen Peroksit ile Oluşan Oksidatif Stres Yanıtta Mikrorna Ekspresyon Profilleri ve Vasküler Endotel Büyüme Faktör İnhibitörü İlaçların Bu Yanıtlar Üzerindeki Etkinliğinin Araştırılması
Retina Pigment Epitel Hücrelerinde (ARPE-19) Hidrojen Peroksit ile Oluşan Oksidatif Stres Yanıtta Mikrorna Ekspresyon Profilleri ve Vasküler Endotel Büyüme Faktör İnhibitörü İlaçların Bu Yanıtlar Üzerindeki Etkinliğinin Araştırılması
20.08.2015 – 03.03.2017 LOKMAN AYAZ, ERDEM DİNÇ, ŞENAY BALCI FİDANCI
Siglec 14 kaybı ile KOAH(Kronik obstrüktif akciğer hastalığı) atak riski arasındaki ilişki
KOAH(Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı) mortalitenin dünya çapında önde gelen nedenlerinden birisidir. KOAH alevlenmesi, yada semptomların epizodik kötüleşmesi, sıklıkla hastaneye yatışla ve artmış mortalite oranlarıyla sonuçlanmaktadır. Yeni bakteri suşlarıyla oluşan hava yolu enfeksiyonları, tiplendirilemeyen Haemophilus Influenzae (NTHi) gibi, KOAH alevlenmesinin majör sebeplerinden birisidir. NTHi siyalik asit içeren lipooligosakkaritler eksprese eder ve myeloid hücrelerde aktive edici bir sinyal ileti reseptörü olarak işlev gören bir siyalik asit tanıyıcı protein olan Siglec-14 ile etkileşime girebilmektedir. SIGLEC14’teki bir null alel (bir genin bütün fonksiyonlarından yoksun olan mutant kopyası) polimorfizmi Siglec-14 ekspresyonunu ortadan kaldırarak NTHi’lere olan inflamatuar cevabı hafifletebilir.Biz bu çalışmada Siglec-14 kaybının NTHil’lere karşı myeloid hücreler ile inflamatuar yanıtı azaltıp azaltmadığını ve SIGLEC14-null polimorfizminin KOAH alevlenmesi üzerinde herhangi bir etkisi olup olmadığını sormayı planladık. NTHi, bir doku kültürü modelinde proinflamatuar sitokin üretimini artırmak için Siglec-14 ile etkileşime girmektedir. Syk tirozin kinaz (Spleen-Dalak tirozin kinaz) inhibitörleri bu cevabı süprese etmektedir.Tüm bunlar birlikte ele alındığında bu çalışmada, Siglec-14 ve bunun ileri akış sinyalizasyon yolağı KOAH progresyonunun “enfeksiyon-inflamasyon-alevlenme” aksını kolaylaştırıp kolaylaştırmadığını anlamaya çalışacağız.Özet olarak, Siglec-14 eksprese eden KOAH hastalarının Siglec-14 eksprese etmeyenlerden daha sık alevlenme geçirip geçirmediklerini ortaya koymayı planladık.Bu bilgi hasta populasyonlarını, mesela Siglec-14 eksprese eden hastalardaki alevlenmeleri daha yoğun monitörize etmek veya bunlara karşı daha erken tıbbi girişimde bulunmak gibi bireyselleştirilmiş yönetimlerinde kademelendirme için değerlendirilebilir. Buna ek olarak, Siglec-14 ve bunun aşağı akış sinyalizasyon yolağı, KOAH alevlenmelerini tedavi etmede ve hastalığın progresyonunu kısıtlamada terapötik girişimler için umut verici olabilir. Biz bu çalışmada Mersin Üniversitesi Sağlık Araştırma ve Uygulama Hastanesine başvuran KOAH tanısı ile izlediğimiz hastalardan siglec 14 kaybı olanlar ve olmayanlar arasındaki alevlenme riskini karşılaştırıp ,daha erken tıbbi girişimde bulunup, hasta yönetimini buna göre yapmayı planladık.
04.01.2016 – 04.01.2017 ŞENAY BALCI FİDANCI, ESİN TAŞTEKİN, MUKADDER ÇALIKOĞLU, LÜLÜFER TAMER
Orak hücreli anemili çocuklarda solunum sistemi allerjik hastalıkları sıklığının belirlenmesi ve ekshalasyon havasında nitrik oksit ile ilişkisinin araştırılması
Orak hücreli anemi dünyada en sık görülen hemoglobinopatilerden biridir. Türkiye genelinde sıklık %0.3-0.6 arasındayken, özellikle Çukurova bölgesinde bazı yörelerde bu sıklık %3-44’e ulaşmaktadır. Orak hücre hastalığı olan çocuklarda astım sıklığının araştırıldığı çalışmalara bakıldığında; Koumbourlis ve ark., yaptıkları kesitsel çalışmada OHA’lı çocukların %35 kadarında alt havayolu obstrüksiyonu saptadıklarını bildirmişlerdir. Aynı yazarlar, solunum fonksiyon testleri ile yapılan değerlendirmelerde, hastaların %54’ünde bronkodilatör yanıtının pozitif olduğunu ifade etmişlerdir. Özbek ve ark., metakolin provakasyon testi ile değerlendirdikleri havayolu hiperreaktivitesi oranının, OHA’lı çocuklarda %77 pozitif olduğunu bildirmişlerdir. Birçok diğer çalışmada da havayolu hiperreaktivitesi ve OHA arasındaki ilişki değerlendirilmiş, ve %35 ile %77 arasında değişen oranlarda birliktelik olduğu kaydedilmiştir. Knight-Maden ve ark., yaptıkları çalışmada OHA’lı çocuklarda astım varlığında, 10 yıl içerisinde mortalite gelişim riskinin %11.2 arttığını bildirmişlerdir. Bilindiği üzere; astımda modifiye edilebilir risk faktörleri mevcuttur ve bu faktörlerin OHA morbidite ve mortalitelerinin önlenmesinde önemli bir yere sahip olduğu düşünülmektedir. OHA’lı hastalarda astımın bu kadar yüksek görülmesi sadece genetik yatkınlıkla açıklanamaz, bu iki hastalığın benzer inflamatuar mekanizmaları paylaştıkları düşünülmektedir. Astıma atfedilen mekanizmalar kompleks, ve multifaktöriyeldir. Genetik poliformizmler, çevresel ve enfeksiyöz etkenlerin tamamı bu mekanizmalara katkı sağlayabilmektedir. Astım ile; OHA’daki vaskülopatiye katkı sağladığı bilinen inflamasyon, oksidatif stres ve hipoksemi arasındaki ilişki dikkate alındığında, ek olarak bu faktörlerin yarattığı orak eritrositlerin sonuçları da değerlendirildiğinde; OHA ile ilişkili olarak bazı komplikasyonların meydana gelmesi sürpriz sayılmamalıdır. Bu hastalardaki astımın yüksek prevelansı, sadece genetik yatkınlığa bağlanamaz, muhtemelen bu hastalarda astım ve OHA’nın arka planda benzer mekanizmaları paylaştığı düşünülmektedir. OHA’lı hastalar, astım-benzeri durumlar için artmış risk altındadır, aynı zamanda hemoliz-ilişkili olarak eritrositlerden arjinaz salınımı ve düşük nitrik oksid biyokullanılabilirliği gibi tablolar da klasik astım tablosunun risklerini arttırmaktadır. OHA’lı hastalarda astımın sık görülen birçok semptomu; vizing, obstrüktif akciğer hastalığı ve havayolu aşırı yanıtı gibi özellikler görülmektedir. Orak hücreli anemi tanısı almış hastalarda akut göğüs sendromu, sık görülen bir komplikasyondur. Akut göğüs sendromu, bulguları itibariyle astımla karışabilmektedir. Ayrıca orak hücre anemili hastalarda literatür verilerine göre astımın yüksek sıklıkta görüldüğü tespit edilmiştir. Bu iki hastalığın birbiriyle etkileştiği, hatta bazı ortak mekanizmaları paylaştıkları düşünülmektedir. Çalışmamızda bu konuya dair nitrik oksit metabolizması ile ilgili bir değerlendirme yapılması planlanmıştır
04.01.2016 – 04.07.2016 SEMANUR KUYUCU, SELMA ÜNAL, TUĞBA ARIKOĞLU, DİDEM DERİCİ YILDIRIM, MELİH ER, LÜLÜFER TAMER, ŞENAY BALCI FİDANCI
Kanserin Erken Tanısında Moleküler Altyapı Laboratuvarının Oluşturulması
Moleküler laboratuvar oluşturulması
05.07.2010 – 01.02.2012 ŞENAY BALCI FİDANCI, RESUL BUĞDAYCI, LOKMAN AYAZ, ENGİN KAPLAN, LÜLÜFER TAMER, ZEYNEP NİL ÜNAL, ANIL TOMBAK, AYŞEGÜL GÖRÜR, EYÜP NACİ TİFTİK, MUSTAFA MUSA DİRLİK, MEHMET SAMİ SERİN, FİLİZ EVŞEN ÇAYAN, NURCAN ARAS, HATİCE YILDIRIM YAROĞLU, CENGİZ ÖZCAN, SERİN AKBAYIR, ERHAN AYAN